Ataerkil düzen üzerine inşa edilen yaşamda erkek bireylerin sesinin daha güçlü çıktığı bir dönemde; duruşu, düşünceleri, düşüncelerini dışavuruş şekli ile öne çıkarak “Buradayım! Bir kadın olarak!” diyen Lou Andreas-Salomé şüphesiz, döneminin en çok yankı uyandıran ve bir o kadar da yanlış yorumlanan kadınlarından biri.
Ne örneklerle yaşayabilirim, ne de başkaları için bir örnek oluşturabilirim. Aksine, kesinlikle yapacağım şey, hayatımı ne olursa olsun kendi benliğime göre şekillendirmektir. Bu konuda herhangi bir ilke temsil etmiyorum, ama içimde çok daha harika bir şey var – kendi benliğinde ve tamamen yaşam dolu olan, sevinç dolu ve dışarı çıkmak isteyen bir şey.
(Salomé, Hendrik Gillot’a mektubundan)
Salomé 19. yüzyıl sonlarında, geleneklerin kadınlar için belirlediği keskin sınırların ötesine geçme cesaretini gösteren kadınlardandı. Yaygın olarak dönemin tanınan erkek düşünürlerine ilham kaynağı olması, pervasızlığıyla bu düşünürlerin kalplerini kırması gibi magazinsel içeriklerin konusu oldu. Bu ve benzeri yargılayıcı içeriklerin bayağılığı ve haksızlığına karşı duruş sergiliyor, Salomé’nin fikir dünyasındaki öncülüğünün ve edebiyat mirasının önemini vurgulayan anlatılarda olduğu gibi onun aklıyla var olduğunun altını çizerek onu düşünceleriyle tanıyoruz.
1. İnsan, Cinsiyetinden Bağımsız Olarak Aklıyla Var Olabilir

Salomé, 12 Şubat 1861’de; aristokrasinin getirdiği geleneksel alışkanlıkları olan, çok kültürlü bir ailenin içine doğdu. Ailenin tek kız çocuğu olarak onların gelenekçi tutumlarını benimseyemeyen Salomé, küçük yaşlardan itibaren “Neden?” sorusunu sıkça kullanan, kısıtlayıcı kurallardan hoşlanmayan ve mantığıyla buluşturamadığı her türlü bilgiye sorgulayıcı tavırla yaklaşabilen meraklı bir karakter olarak tanımlanıyor.
Eğitiminin dil çalışmalarıyla kısıtlı kalmasını istemeyerek babasından aldığı destekle farklı disiplinlere yönelme çabasına girdi. Zamanının büyük çoğunluğunu kütüphanede geçirerek ilgisini çeken kitaplarla saatlerce herkesten uzak durduğu sıralarda, hayatının ilk dönüm noktasına vesile olan Hendrik Gillot ile tanıştı. Gillot, Salomé’yi felsefe ve din alanlarıyla yakından buluşturan kişiydi. Ancak ikili arasındaki öğretmen-öğrenci ilişkisi fazla uzun soluklu olmadı. Çünkü Gillot, öğrencisine kapılarak ondan daha fazlasını talep etmişti. Akabinde hastalanmasıyla birlikte Salomé ve annesi, Zürih’e yerleşti.
16 yaşındayken babasını kaybetmesiyle Tanrı’nın onu duymadığını öyleyse Tanrı dediklerinin yalnızca dogmadan ibaret olduğunu öne sürerek kiliseden ayrıldı. Bu ayrılığa rağmen kariyer hayatının başlangıcı olan eğitimini; din, felsefe, edebiyat ve dil bilimi üzerine inşa etti.

Tarihe ilk kadın psikanalist olarak geçen Salomé, aynı zamanda verimli eserler veren bir yazardı. Düşünce dünyasına sunduğu katkıların tamamı, aştığı keskin sınırların oldukça ötesine ulaşmayı başardı. Onun ilgi çekici olmasının çeşitli sebeplerinden biri, bilgi alışverişinden beslenen iletişimi önemsemesi ve tanışıklıklarını bu önceliğe göre kurması demek yanlış olmayacaktır.
Evet; hayatının farklı dönemlerinde bir araya gelerek arkadaşlık kurduğu erkek ünlü düşünürler, Salomé’nin düşünce seyrini etkilemişlerdi. Ancak unutmamak gerekir ki Salomé de bu düşünürlerin hayatlarında yalnızca yakın bir arkadaş, bir arzu nesnesi veya bir ilham kaynağı değil; onların fikir ürünlerinin derine şekillenmesinde etkili olan bir entelektüel eşitti.
2. Erotik, Bedensel ve Zihinsel Arasında Belirsiz Şekilde Dalgalanır

Eserleri arasında yerini alan ve ismini aldığı kavrama bambaşka bir bakış açısı getiren Erotik (The Erotic), onun en sarsıcı eserlerinden biri olarak değerlendirilir.
Salomé’ye göre erotik, geniş ve kapsamlı bir kategoridir; bedensel ve zihinsel arasında belirsiz şekilde dalgalanır. Ona göre, erotik sorunu genel olarak fiziksel, psişik ve toplumsal ilişkiler içinde özel bir durum olarak değerlendirilmelidir… bu üç tür ilişkiyi birbirine bağlar ve böylece onları tek bir sorun hâline getirir- kendi sorunu. Salomé’nin iddiası şudur ki erotik romantik özlemlere veya cinsel ilişkilere indirgenemez. Bunun yerine, zihin ve beden, benlik ve diğerlik, birey ve doğanın bütünlüğü arasındaki merkezî bir bağlantı noktasını işaret eder. Bu anlamda erotik, insanı anlama çabamız için temel bir anahtardır (Nassal, Gjesdal).
Sevgi içinde biz, sandığımız gibi başkasıyla dolu değiliz. Kendimizle, kendi durumumuzla doluyuzdur. Biz başkasına değil kendimize sarılıyoruzdur. Aşk, kendi ölümüne çabalar. Aşk bu amaçtan vazgeçerse, gerçekleşmemiş bir çaba olarak yaşar.
(Salomé, Erotik)
Onun için erotik sorununda, nesneleştirme ve geleneksel sorgulama yöntemlerinin kullanımı olmak üzere iki engel bulunur. Bu engellerin ortaya çıkması, açıklamaların yanlış anlaşılması ve dolayısıyla konunun eksik değerlendirilmesiyle sonuçlanır.
Salomé, erotik ve sanat arasında bir ilişki görür. Sanatın insan yaşamının merkez noktasında olduğunu savunarak erotik ve doğal sanat alanının entelektüel ve toplumsal olanı bir araya getirdiğini ifade eder. Erotik varlık, insanı yaratıcı kılan bir unsurdur ancak daha derin bir perspektifle bakıldığında insanın en derin birliğinin akıl ve beden arasındaki birlik tarafından ortaya çıkarıldığı görülür.
3. Narsisizm, Kişinin Sınırlarının Erimesiyle İlgilidir

Sigmund Freud ve Lou Salomé, 1911’de gerçekleştirilen bir psikanaliz kongresinde tanıştı. Bir yıl sonra Salomé, psikanaliz üzerine çalışmak üzere Viyana’ya gitti; burada Freud’un dersleri ve toplantılarına katılarak alanda kendini geliştirdi. Aralarında sıkı bir dostluk başlayan ve narsisizm konusunda ortak ilgi geliştiren ikili, bu konuda büyük oranda fikir ayrılığına düştü.
Salomé’ye göre narsisizm, kişinin kendi benlik sınırlarını yok sayacak kadar çevresiyle bütünleşme eğilimi göstermesiydi. Narsisizm, yalnızca kendini sevme kalıbından fazlasıydı ve buna ek olarak daha derin bir anlamla, kişinin kendine ait sınırları kaybetmesiyle ilgiliydi. Libido ve narsisizm kavramlarını bir araya getirdi ve nesnel libido kavramını narsistik olarak tanımladı.

Salomé; kadınları, doğal narsistler olarak tanımladı ve bu, onların büyük değerinin kaynağı niteliğindeydi. Kadınlar, kendi kendilerine yetebilen bağımsız bireylerdi. Dolayısıyla narsisizm kadınlar için, süregelen kabullerin getirdiği sosyal kısıtlamaları seyrelten koruyucu bir işleve sahipti. Ona göre kadınlar; sevmekten çok sevilmeye ihtiyaç duyuyordu ancak böyle bir kabul, bahsettiği kendi kendine yetebilme durumu ile çelişiyordu.
İkisi de Narcissus mitine farklı açılardan yaklaştı. Freud; kişinin kendi imajına duyduğu şehveti yüklemenin ekonomik-dinamik yönü ve cinsel enerjinin kendine yönlendirilmesini önemli buluyordu. Salomé’ye göre ise Narcissus’un gördüğü, imajının doğal çevresindeki birlikti. Narcissus, kendisini her şey olarak görmüştü çünkü doğanın tuttuğu aynaya bakmıştı. Ayrıca yalnızca kendisini gören biri öyle bir durumda kaçmak yerine neden donup kalırdı? Narcissus’un karşısındaki imge kaçmasını gerektiren ve melankoliye yol açan bir nesneydi (Mazin).
4. Özgür Ruhlu, Sanat Düşkünü Kadın Karakterler

Salomé’nin edebi eserlerine baktığımızda, kadın karakterlerin özgür ruhlu, ayakta durmak için birine ihtiyaç duymayan, sanatla yakından ilgilenen ve bir o kadar da romantik karakterler olarak anlatıldıklarını görürüz. Bu karakterler çoğu zaman bir kendini gerçekleştirme çabasındadır ve neyi istemedikleri konusunda eminlerdir.
Salomé’nin kadın karakterleri; aşk, evlilik, kadın-erkek ilişkileri gibi kavramlara mesafeli ve temkinli yaklaşırken toplumun kadın üzerindeki baskısı karşısında eleştirel ve dik bir duruş sergilerler.
Hayır! Bunu kesinlikle bir yaşam amacı olarak hayal edemiyorum; bir yuva, aile, ev kadınlığı, çocuklar, bu bana çok yabancı, çok, çok! Evlilik ve aşk aynı şey değil zaten.
(Salomé, Feniçka)
Eserlerinden Ruth, öğretmeniyle sıra dışı bir iletişimi olan lise çağındaki bir kızı ve onun özgür ruhu ışığında sürdürdüğü yaşam çabasını konu alıyor. Arayışlar, kafasında evlilik hakkında soru işaretleri olan ve bu yüzden evlenme konusuna mesafeli yaklaşan Adine’in tek başına, bağımsız bir yaşam kurma çabasını anlatıyor. Feniçka‘da ise Arayışlar‘a benzer şekilde kendi hayatını yaratma uğraşı içindeki Fenya’nın hikâyesine tanıklık ediyoruz.
Kaynakça
Andreas-Salomé, Lou. “The Dual Orientation of Narcissism” (1962). Psychoanalytic Quarterly, 31: 1-30.
Andreas-Salomé, Lou. Arayışlar. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. 2019.
Andreas-Salomé, Lou. Feniçka. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. 2018.
Andreas-Salomé, Lou. Ruth. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. 2016.
Arslan, Volkan. “Lou Andreas-Salomé Portresi“. metapolik. 24.09.2020. Erişim Tarihi: 03.05.2024
“Lou Andreas-Salomé’s Insights on Narcissism“. Medium. 22.12.2023. Erişim Tarihi: 02.05.2024
“Lou Salomé — Panther Trapped in a Dog’s World“. Medium. 06.12.2023. Erişim Tarihi: 02.05.2024
Mazin, Victor. “The Femme Fatale – Lou Andreas-Salomé“. The European Journal of Psychoanalysis, 2002.
Nassar, Dalia (ed.). Gjesdal, Kristin (ed.). Women Philosophers in the Long Nineteenth Century: The German Tradition. Oxford: Oxford University Press, 2021.
Rabinowitz, Stanley J (ed.). And Then Came Dance: The Women Who Led Volynsky to Ballet’s Magic Kingdom. Oxford: Oxford University Press, 2019.
Öne Çıkan Görsel: Pinterest. (Yapay zeka yardımıyla genişletildi.)


