Yıl 2012, 10 yaşındayım. Youtube’ta babamın önerisiyle açtığım birkaç Queen şarkısını dinliyorum. Sonrasında ise 2010’ların müziklerini keşfetmeye geçiş yapıyorum, karşıma oldukça ilgi çekici bir video klip çıkıyor. Girişte tekrarlanan akustik bir gitar sesi tarafından büyülenirken hissettiklerime anlam veremiyorum. Doğrusu, anlam vermeye de çalışmıyorum. Yoğun duyguları sesinde barındıran ve hiçbir şey anlamadığım bir hikâye anlatan kadına, çok şey anladığımı düşünerek bakıyorum. Ve gerisini bilirsiniz işte, bilgisayar masasının yanında duran komodinin üzerindeki tarak elime geçiyor, bana ait bile olmayan o tarak ile birkaç cümle dilimden dökülüyor. Oldukça yanlış bir telaffuz ve etrafa saçılanlar tam olarak şöyle duyuluyor:
“There’s a fire, startin’ in my heart (Yüreğimde başlayan bir yangın var)”
Müzikte sonsuzluğa bir iz bırakan ve geçtiğimiz on yılın en iyi albümlerinden biri olan, 21 albümünü yeniden masaya yatırmaya ne dersiniz?
21 Albümü ve Adele

24 Ocak 2011 yılında dinleyiciyle buluşan “21”, İngiliz şarkıcı-şarkı sözü yazarı Adele‘in ikinci stüdyo albümüdür. “21” albümü çıkışının ardından 30’dan fazla ülkede listelerin en başında yer almış, çıktığı yıl dünyanın en çok satan albümü olmuştur. Soul, pop ve R&B türleri taşıyan albümün yapımcıları olarak Jim Abbiss, Adele Adkins, Paul Epworth, Rick Rubin, Fraser T. Smith, Ryan Tedder, Dan Wilson isimlerini görüyoruz. Albümde toplamda 11 şarkı yer alıyor ve neredeyse her şarkıda Adele’in söz yazarlığı bulunuyor.
2011 ve 2012’deki ödül törenlerinin göz bebeği olan “21”, 2010’ların rekorlar üzerine rekorlar kıran albümü olarak tarihe geçiyor. Özellikle müzisyenler için önemli olan GRAMMY Ödüllerinde (54.GRAMMY Ödülleri, 2012) Yılın Kaydı, Yılın Şarkısı, En İyi Kısa Form Müzik Videosu, En İyi Pop Solo Performansı, En İyi Pop Vokal Albümü ve Yılın Albümü ödüllerini kazanarak gecenin en dikkat çekici isimlerinden oluyor. Adele bu albümü yazarken kendinden geçtiğini belirtirken, albümü yazdığı zamandaki duygusal yoğunluğu nedeniyle bir daha öyle hissetmek istemediğini belirtiyor. “Ve sarhoş bir dil dürüst bir dildir” açıklamasıyla yazdıklarının çıplaklığını vurgularken hikâyelerini oldukça içten ve cesur bir anlatımla kaleme alıyor. “21”, duygu ve düşüncelerinize akustik gitar uğultuları, piyanoların eşlik ettiği baladlar ve hikâye anlatıcılığıyla nostaljik fakat bir o kadar da yeni bir eşlikçidir. Fikrimce, “21” Adele’in diskografisindeki en iyi şarkıları içeren albümdür. Albümdeki şarkıları tek tek inceleyecek olursak:
Rolling in the Deep
2012 GRAMMY Ödülleri’nde Yılın Kaydı ve Yılın Şarkısı ödülünü alan şarkı albüme oldukça yoğun hislerle giriş yapmamızı sağlıyor. Listeleri altüst eden Rolling in the Deep’in yazarlığını Paul Epworth ve Adele Adkins üstlenirken prodüktörlüğünü de yine Paul Epworth’ün yapıyor.
Adele bu şarkı hakkında şu sözleri söylüyor:
“Sanırım bu, anın heyecanıyla bir şeyler söylemenin ve kelimeler kusmanın müzikal karşılığı. Hayatımın sıkıcı, yalnız ve saçma olacağı ve bir ilişkide kalmazsam zayıf bir insan olacağım söylendiğinde verdiğim tepkiydi.”
Şarkının sözlerine baktığımızda ve dinlediğimizde bir kadının öfkesine şahit oluyoruz. İhanete uğramış bu kadın, hüznünü öfkesinin altına saklarken “We could have had it all (Her şeye sahip olabilirdik)” sözüyle gelecekte harika bir ilişki hâline gelebilecek bir ilişkinin sonunun geldiğini birçok mecaz ile anlatıyor. “You had my heart inside of your hand (Kalbim ellerinin içindeydi)” cümlesinde ise kontrolü ve kendisini mahvetme gücünü partnerine verdiğini açıkça ifade ediyor. İhanet, kayıp, öfke duygularıyla işlenen şarkı, bütün bu duyguları işlerken bu olumsuzlukların sonrasında bir yeniden doğuşu da sunuyor. Şarkı bridge (köprü) kısmında hem kırılgan hem de ironik alanlarda gezinirken “Count your blessings to find what you look for (Aradığını bulabilmek için yat kalk haline şükret)” cümlesiyle karşısındaki kişiye meydan okuyor.
Hikâye anlatıcısı, büyük bir ihanet yaşamasına rağmen yas tutmaktan kaçınıyor, bunun yerine o ihanete karşı sonu gelmez bir öfke içinde kalıyor. Bunu hem sözler hem de müzik ile harmanlayarak melankolik bir savaşçı haline geliyor.
“They keep me thinking that we almost had it all.
(Bana neredeyse her şeye sahip olduğumuzu düşündürüyor.)
The scars of your love, they leave me breathless.
(Aşkının yaraları nefesimi kesiyor.)
I can’t help feeling.”
(Kendimi hissetmekten alıkoyamıyorum.)
Rumour Has It
Albümün ikinci şarkısı Rumour Has It, Ryan Tedder ve Adele Adkins tarafından yazılırken prodüktörlüğünü ise yeniden Ryan Tedder’ın üstlendiği bir şarkı. Güçlü vokalleri ile öne çıkan şarkı, oldukça kaotik bir hikâye sunuyor. Doğrular, yanlışlar ve belirsiz ilişkilere odaklanırken içsel bir çatışmayı beraberinde getiriyor. İnsanların söyledikleri ve hissettiklerinin çelişkisi, eski bir sevgili ile yeniden bir ilişkiye başlamak ya da başlamamak konusunda bir anlatıyı dinleyicilere sunmuş oluyor. Şarkı, bu ikilemler arasında sonuna kadar dinleyiciyi kendine çekerken tam olarak alaylı bir tonda ne olup bittiğini kesin olarak söylemiyor. Ve herkes hikâyeyi kendine göre yorumlayabiliyor.
“All of these words whispered in my ear
(Bu sözcüklerin hepsi kulağıma fısıldandı)
Tell a story that I cannot bear to hear
(Duymaya katlanamayacağım bir hikâye anlat)
Just ’cause I said it, it don’t mean that I meant it.”
(Çünkü demiş olmam, onu kastettiğim anlamına gelmez)
Turning Tables
Albümdeki favori şarkılarımdan biri olan Turning Tables, albümdeki üçüncü şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Şarkının yazarlığını Ryan Tedder, Adele Adkins, Chris Elliott yaparken prodüktörlükte ise Jim Abbiss yer alıyor. Adele, bu şarkı hakkında Royal Albert Hall’daki bir canlı performansında şu sözleri söylüyor:
“Bu şarkıyı yazdığımda Londra’daydım, ancak ilişkimdeki çöküşü tetikleyen bir tartışmayı düşünüyordum. Hani şu büyük, dönen yuvarlak masalar vardır ya, büyük bir yemekte herkesin tabaktakilerden alabilmesi için dönen masalar? İşte, öyle bir masadaydık. Masa dönüyordu ve biz New York’ta arkadaşlarımızla birlikteydik, ancak tartışan çift bizdik ve ortam biraz gergindi. Sinirle masadan kalktık ve tartışmayı sokağa taşıdık. İşte bu olay, az önce de söylediğim gibi, ilişkimizin çöküşünü tetikledi. Sürekli birbirimize döndük, her şeyi birbirimizin üzerine çevirdik. Ben bir şey söyledim, o ‘Git işte’ dedi, ben bir şey söyledim, o başka bir şey söyledi… Yani aslında şarkı, göründüğü kadar ihtişamlı bir hikâyeye sahip değil.”
“Turn the tables” aslında bir deyim ve “birine kıyasla daha zayıf bir konumdayken daha güçlü bir konuma geçmek” yani kötü etkilendiğin bir durumdan avantaj kazandığın bir duruma geçmek anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Bu şarkıda da toksik bir ilişki ve geçmiş ile yüzleşmeye dair bir hikâye yer alıyor. Duygusal olarak manipülasyonun olduğu bir ilişkiyi terk etmenin zorluğu, karşı tarafın üstünlük kurma çabası başlıca işlenen konular arasında yer alıyor. “Next time I’ll be braver, I’ll be my own saviour (Bir dahaki sefere daha cesur olacağım, kendi kurtarıcım olacağım)” cümleleri ile anlatıcı, yıkıcı bir ilişkinin ardından durumu kendi lehine çevirdiğini, bağımsızlığını bir şekilde almak için çabaladığını vurgulamış oluyor. Güç dengesi, “Turning Tables (Dönen Masalar)” ile değişiyor ve anlatıcı kendi yolunu tercih edip onu zorlayan ilişkiden uzaklaşıyor. Sade fakat oldukça etkileyici olan şarkı, duygusal anlamda oldukça yoğun. Tükenmişlik, kırılganlık ve içsel savaş üzerine olan cümlelerin etkisinden çıkmak ne yazık ki mümkün değil.
“All that I say, you always say more”
(Söyleyebileceğim tek şey, sen her zaman daha fazlasını söyledin)
Don’t You Remember
Albümün dördüncü şarkısı olan Don’t You Remember, yazarlığını Dan Wilson, Adele Adkins’in ve prodüktörlüğünü ise Rick Rubin’in yaptığı bir şarkı olarak dinleyiciyle buluşuyor. Adele, bu şarkı hakkında şu sözleri söylüyor:
“Oldukça country bir havası var. Bana bunu müzikal olarak deneme cesaretini veren şey ‘Need You Now- Lady Antebellum’ oldu. Malibu’daki stüdyodayken, kayıt yaparken yazdığım son şarkı buydu ve ‘Need You Now’ her yerdeydi. Çalmadan radyo istasyonunuzu bile değiştiremezdiniz. Ondan kaçamazdınız ve neyse ki bayıldım! (gülüyor) Yoksa korkunç olurdu! Ama şarkının bana verdiği hissi, kendi şarkımda kanalize etmeye çalışıyordum. İlk albümümden farklı olarak, ‘hayatın bensiz berbat olacak ve ben iyi olacağım’ diye yazarken, bilirsin, aniden eski sevgilimin aslında oldukça inanılmaz biri olduğunu fark ettim. Aşkımızın bitmesinin ne kadar utanç verici olduğunu ve birbirimizi neden sevdiğimizi ve neden aşkımızın bittiğini bile hatırlayamadığımızı anlatan bir şarkı yazmak istedim. Mükemmel bir konu gibi görünüyordu, sanki bu duygu bir country şarkısında olabilirdi.”
Don’t You Remember, aşkın bitişi nedeniyle kendini suçlama, unutulma korkusu ve hatırlanmak için bir yalvarış içeriyor. Anlatıcı, kendi kalp kırıklığı ile yaşadığı çaresizliği ve terk edilmesindeki hayal kırıklığını dile getirirken kendi hatalarını sorguluyor. “You left with no goodbye, not a single word was said (Gittin, veda etmeden, tek bir kelime bile söylemeden)” sözleriyle bu ayrılığın hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleştiği anlatırken “When was the last time you thought of me? Or have you completely erased me from your memory? (Beni en son ne zaman düşündün? Yoksa hafızandan tamamen sildin mi?)” cümleleriyle ise unutulma korkusunun bu ayrılığın en büyük getirilerinden biri olduğunu fark ediyor. Yumuşak melodisi ve eşsiz sözleriyle yalnızlık ve içe dönüklük ile dinleyiciyi hüzne boğan bu şarkı, unutulmanın ağırlığını omuzlarımızdan hissetmemize neden oluyor.
“I know I have a fickle heart and bitterness
(Kararsız bir kalbe ve acıya sahip olduğumu biliyorum)
And a wandering eye
(Ve dalgın gözlere)
And a heaviness in my head”
(Ve kasvetli bir akla)
Set Fire to the Rain
Albümün beşinci ve benim için en iyi şarkısı olan Set Fire to the Rain, yazarlığını Fraser T. Smith, Adele Adkins, Rosie Danvers’ın yaptığı ve prodüktör koltuğunda ise Fraser T. Smith’in olduğu bir şarkı.
Listelerde rekorlar kıran bu şarkı, yoğun ve çarpıcı müziğiyle anlatıcının sevdiği kişiye duyduğu hayal kırıklığını temsil ediyor. Anlatıcı, belki de kendi bile baş edemediği yoğun hisleriyle kendini bir ilişki içinde buluyor. Şarkı kişinin âşık olması, gerçekleri görmesi ve öfkeyle ilişkiyi bitirmesini işliyor. Anlatıcı, partnerinin sürekli oyunlar oynadığını ve yalanlar söylediğini vurgularken ne kadar mücadele ederse etsin baştan bu oyunları kazanamayacağını çok iyi bildiğini fark ediyor. Set Fire to the Rain’in bir oksimoron (birbirine zıt veya çelişkili iki kelimenin bir arada kullanılmasıyla oluşturulan anlatım biçimi) oluşu birbirinin zıttı iki kişinin bir arada olmasının felaketini vurgular nitelikte. Bu imkânsızlık, yaşadıkları aşkın da imkânsız olduğunu gösteriyor. Öfke böylece ateşle zirve yaparken yağmur ile bu aşkın yarattığı yıkım temizleniyor. Şarkı, kırılgan olmanın güçsüzlük anlamına gelmediğini, anlatıcının kırıldığı noktadan da güçlenebileceğini söyleyerek kendini özgürlüğe teslim ediyor.
“Sometimes I wake up by the door,
(Bazen kapının yanında uyanıyorum)
That heart you caught, must be waiting for you
(Çaldığın şu kalp, seni bekliyor olmalı)
Even now that were already over
(Şimdi ayrılmış olsak bile)
He Won’t Go
Albümün altıncı şarkısı He Won’t Go, yazarlığını Paul Epworth, Adele Adkins’in ve prodüktörlüğünü ise Rick Rubin’in yaptığı bir şarkı.
Adele bu şarkı hakkında şu sözleri söylüyor:
“İlk dize önce ben ve eski sevgilim hakkındaydı, ancak daha sonra turneden döndüğümde bana adeta bir can simidi olan yakın arkadaşlarımdan iki kişiye, bir çifte dönüştü. Onlarla tanıştıktan iki ay sonra, erkek arkadaş eroin bağımlılığı nedeniyle rehabilitasyona gitti. Onun böyle bir sorunu olduğunu bilmiyordum.”
Şarkı, sevilen kişinin mücadele ettiği bir bağımlılık ile partnerini terk etmek yerine onunla mücadele etmeyi seçen bir kadının hikâyesi olarak duyuluyor. Bu aşkın bir savaş olarak görülmesine yönelik “battle” (savaş), “risk” gibi kelimeler şarkıda yer alırken “If this ain’t love, then what is? (Bu aşk değil de ne?)” sözleriyle anlatıcı her şeye rağmen devam eden duygularının gerçek aşk olduğuna dair bir kanıt sunuyor. Fakat buna rağmen “Will he still love me even when he’s free? (O özgür olduğunda hâlâ beni seviyor olacak mı?)” cümlesiyle endişelerine vurgu yapmış oluyor. Her şeye rağmen sevdiği kişinin yanında olabilmek için bir direnç gösterdiği şarkıda anlatılıyor.
“We’ll almost fall apart, then burn to pieces
(Yıkılacağız ve parçaları yakacağız)
So watch them turn to dust
(Onların toz oluşunu izlemek için)
But nothing will ever taint us”
(Ama hiçbir şey bize iz bırakamaz)
Take It All
Albümün yedinci parçası Take It All, yazarlığını Eg White, Adele Adkins ve prodüktörlüğünü Jim Abbiss’in yaptığı bir şarkı.
Şarkı, duygusal olarak oldukça yaralanmış fakat hâlâ eski sevgilisi için hislere sahip olan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Karşılıksız bir fedakârlık, duygusal bir yıkım şarkının başlıca temaları olarak gözlemleniyor. Şarkının dünyasına giriş yaptığımızda bu şarkının albümdeki en kırıcı şarkılardan biri olduğu söylenebilir. “Didn’t I give it all? Tried my best, gave you everything I had (Sana her şeyi vermedim mi? En iyisi denedim, sana sahip olduğum her şeyi verdim)” cümleleriyle bu aşkta karşılıksız bir fedakarlığın varlığına şahit oluyoruz. Anlatıcı burada fedakarlığının yanı sıra yetersizliğinin de vurgusunu yapmış oluyor. Ne yaparsa yapsın yeterli olup olmadığı konusunda kafasında soru işaretleri var. “I will change if I must (Eğer değişmem gerekiyorsa değişirim)” cümlesiyle bu ilişkide kendinden bile vazgeçmeye razı olduğu ve böylece kendini kaybettiğini yorumlayabiliriz. Bu şarkının albümdeki en kırıcı şarkılardan biri olduğunu düşünme nedenim ise tam olarak bu nokta. Diğer şarkılarda bir umut ve kendini sahiplenme temaları yer alırken bu şarkıda kendine değer vermeme, başkası için kendinden vazgeçmeye razı olma ve kendine sınır çizememe konuları sıklıkla sözlerde rastladığımız noktalar oluyor. Kişi karşısındakine tüm kalbini vermiş fakat hem kendini hem de o kişiyi kaybetmiş.
“Still how can you walk away
(Nasıl kaçabiliyorsun hâlâ)
From all my tears”
(Benim gözyaşlarımdan)
I’ll Be Waiting
Albümün sekizinci şarkısı I’ll Be Waiting, yazarlığı Paul Epworth ve Adele Adkins tarafından yapılan bir şarkı. Bu şarkı albümdeki diğer şarkılara kıyasla daha umutlu bir şarkı olarak kendini ifade ediyor.
Şarkı, anlatıcının eski aşkının ona geri dönmesini umut ederken bir olgunlaşma sürecini de içinde yeşertmesi hakkında. Samimi bir iç hesaplaşma ve özlemle dolu, “I’ll do everything different, I’ll be better to you (Her şeyi farklı yapacağım, senin için daha iyi olacağım)” cümleleriyle değişmeye ve ikinci şansa olan ihtiyaç vurgulanırken ders almaya da açık olunan samimi bir şarkı. “Yes, I swam dirty waters, but you pushed me in (Evet, ben kirli sularda yüzdüm fakat beni iten sendin)” sözleriyle hataların karşılıklı olduğunu da açıkça söylüyor.
“But we had time against us
(Ama zaman bize karşıydı)
And miles between us”
(Ve aramızda miller vardı)
One And Only
Albümün sonlarına yaklaşırken dokuzuncu şarkı olarak One and Only şarkısı dinleyiciyle buluşuyor. Şarkının yazarlığını Dan Wilson, Adele Adkins, Greg Wells yaparken prodüktörlüğünü ise Rick Rubin yapıyor.
Adele, bu şarkı hakkında şu sözleri söylüyor:
“…bu bir diğer mutlu şarkı ve albümün anlattığı adamla ilgili değil. Yıllardır tanıdığım ve her zaman birbirimizi çok sevdiğimiz ve hiç birlikte olmadığımız biriyle ilgili, her ne kadar sonunda bu adamla evleneceğime oldukça ikna olmuş olsam da.”
Bu şarkının hızlı tempolu ve blues tarzında oluşu hikâyesi ile birleşince beni keyifli bir ruh hâline sokuyor. Aslında şarkı netlik kazanamamış bir aşk hakkında fakat bu ifade edilmeyen derin duygular şarkıyı ağırlaştırmıyor. “I dare you to let me be your one and only (Sana biriciğim olman konusunda meydan okuyorum)” cümlesiyle oldukça saf ve genç bir karşılıksız aşk hikâyesine şahit oluyoruz. “Lose myself in time just thinking of your face (Sadece yüzünü düşünerek zamanda kayboluyorum)” cümlesi ise bu sevginin yoğunluğunu açıkça ifade ediyor. Platonik aşklar, çekinceler ve yoğun duygular içinde kalan bu şarkı oldukça tanıdık hissettiriyor.
Lovesong
Albümün onuncu şarkısı bir cover. The Cure grubuna ait bir klasik rock baladı olan Lovesong’un yazarlığını Boris Williams, Lol Tolhurst, Porl Thompson, Robert Smith, Roger O’Donnell, Simon Gallup yaparken prodüktörlüğünü ise Rick Rubin yapıyor.
Adele bu şarkı hakkında şu sözleri söylüyor:
“İlk konserim The Cure’ün Finsbury Park’taki konseriydi ve annem beni götürmüştü. Lovesong gerçekten dokunaklı bir şarkı, tek seferde kaydedildi, çok ham bir kayıt ve şarkıda gerçekten üzgünüm çünkü evimi özlüyorum. Malibu’da Rick Rubin’le olmak başlı başına biraz bunaltıcıydı, hüzünlü bir şekilde değil ama her şey beni biraz ağır hissettirdi, anlıyor musun? Lovesong beni biraz özgürleştirdi diyebilirim. Onu annem için söyledim ve gerçekten büyüleyici bir kayıt oldu. Daha önce hiç… yani, o şarkı gerçekten Rick Rubin’in dokunuşunu taşıyor, ne demek istediğimi anlıyor musun? Kaydın her şeyi – sesler, mikrofonlama şekli – muhteşem. Sesim de gitmişti o dönem, bu yüzden biraz tedirgindim ama aslında şarkıya çok yakıştı.”
Adele bu şarkıyı yavaş bir tempoda seslendirirken The Cure versiyonundan daha çok içselleştirdiğimiz bir hâline imza atmış oluyor. Saf ve koşulsuz bir aşkı tenimizde hissedebileceğimiz kadar yoğun bir şekilde işleyen şarkı zamansız sözler içeriyor. Huzurlu bir aidiyet ve özgürlüğün aşkın içinde aynı anda var olabildiğini ve ruh iyileştiren hâline bizleri şahit ediyor. “However far away, I will always love you (Ne kadar uzak olursa olsun, seni her zaman seveceğim)” cümlesiyle fiziksel mesafelerin önemsizliğinden bahsederken “Whatever words I say, I will always love you (Ne söylersen söyle, seni her zaman seveceğim)” cümlesiyle ise sevginin iletişim sorunlarında bile devam edeceğini belirtiyor. Bu şarkı aslında oldukça sade ve basit cümlelere sahip fakat Adele’in seslendirmesiyle tamamen efsunlu bir şarkı hâlini alıyor.
“Whenever I’m alone with you
(Seninle ne zaman yalnız kalsam)
You make me feel like I am home again
(Beni tekrar evdeymişim gibi hissettiriyorsun)
Whenever I’m alone with you”
(Seninle ne zaman yalnız kalsam)
You make me feel like I am whole again”
(Beni tekrar evdeymişim gibi hissettiriyorsun)
Someone Like You
Albümün son şarkısı Adele’in en başarılı teklilerinden biri. Someone Like You, Billboard Hot 100’de zirveye çıkan ilk saf piyano ballad’ı olmanın yanı sıra listelerde uzun süre ilk sırada yer alıyor. 2012’deki GRAMMY Ödülleri’nde En İyi Pop Solo Performansı dalında ödül kazanan şarkının yazarlığını Dan Wilson, Adele Adkins yaparken prodüktörlüğünü ise Dan Wilson yapıyor.
Adele bu şarkı hakkında şu sözleri söylüyor:
“Someone Like You aslında gitar için yazmayı planladığım ilk şarkıydı. Şarkının yaklaşık yarısına kadar geldim ama sonra bıraktım, çünkü yazarken gerçekten canımı acıtıyordu. Şarkı aslında… şey, hayatımın aşkıyla tanıştım ve bir daha asla onun gibi birini bulamayacağım ama o zamanlar birbirimiz için doğru değildik. Sanırım onu o kadar çok yıprattık ki, gelecekte bir gün geri dönmemiz de artık mümkün değil. Bu şarkı, kendimi yalnız ve yapayalnız hayal ettiğim, onu bulmaya gittiğim ama onun evlenip çocuk sahibi olduğunu gördüğüm bir senaryo üzerine kurulu. Biz tamamen tesadüfen olduk. İşte bu yüzden şarkıda ‘glory days’ (o güzel günler) gibi sözler var. Aslında hiç planlanmamıştı… Olması gereken bir şey değildi. Başlangıçta birbirimize karşı böyle hissetmiyorduk bile, ama zamanla öyle oldu. İlk nakarat ve son nakarat – çünkü tekrar ediyor – söylerken gerçekten ağlıyorum. Bu da beni biraz ‘ııh’ hissettiriyor ama aynı zamanda gerçekten çok güzel. Sanırım bir daha asla bundan daha güzel ya da daha iyi bir şarkı yazamayacağım. Belki de bu, benim şarkım.”
Şarkının nostaljik teması biten bir ilişkinin ardından duyulan hüznü, özlemi ve kabullenmeyi işliyor. Eski sevgilinin hayatına devam ettiğini öğrendikten sonra geride bırakılamamış bir aşkın hatırası gün yüzüne çıkıyor. “I had hoped you’d see my face. And that you’d be reminded that for me, it isn’t over (Umdum ki bir gün yüzümü görürsün ve bunun benim için bitmediğini aklına getirirsin)” cümleleriyle eskiden âşık olduğu kişiyi içinde hâlâ bitirememiş olsa da bunu kabullenen bir kadın olduğunu açıkça belirtiyor. Hatta kendini ironik bir şekilde teselli ederken, yeni birini bulacağı konusunda kendini ikna etmeye çalışıyor. Bu şarkının her bir kelimesi, sözü analiz edilmeye değer. Dinleyicinin yüreğinde önemli bir yere sahip olan şarkı, Adele’in en samimi ve kalp kırıklığını incelikle işleyen şarkılarından biri.
“Sometimes it lasts in love but sometimes it hurts instead”
(Bazen aşk devam eder ama bazen de onun yerine üzer)
2010’ların en hüzünlü baladlarını bizimle paylaşan Adele’e sonsuz teşekkürlerimi sunarken umarım sizler de albümdeki favorilerinizi kafanızda sıralamışsınızdır. Yeniden dinlemek isterseniz diye albümü bırakalım.
Kaynakça
- Recording Academy / GRAMMYs. “Adele.” GRAMMY.com, The Recording Academy, Web. Accessed 13 Mar. 2025.
- Newman, Melinda. “Sweet Song for Bruised Music Biz?” Variety, Web.3 Feb. 2011, . Accessed 13 Mar. 2025.
- “Turn the Tables.” Cambridge Dictionary, Cambridge University Press, Web. Accessed 13 Mar. 2025.
- “21.” Genius, Genius Media Group, Web. Accessed 13 Mar. 2025.
- Greenwald, David. “Grammys 2012: Adele Makes a Clean Sweep on Somber Night.” Billboard, 02 Dec. 2012. Web. Accessed 13 Mar. 2025.