Başka dünyalara, başka hislere ve bilmediğimiz kurgu ya da gerçek birçok hikayeye tanık olmanın keyfini yaşatan filmler, hayatımızın çok büyük bir yerini kaplıyor. Pandeminin kötü etkilediği sektörlerden biri olan sinemanın, üstünden kara bulutlarını attığı bu zamanlarda yeni ve birbirinden ilginç hikayeleriyle sizleri heyecanlandıracak 2022 filmlerini derledik. Sinemanın ışık saçan bu filmlerine mutlaka göz atmalısınız.
Burning Days (Kurak Günler, 2022)
75. Cannes Film Festivali’ndeki göz dolduran başarısı ve aldığı birçok ödülle dikkat çeken Emin Alper’in yönetmenliğini yaptığı film, politik gerilim türünün başarılı bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Film, Selahattin Paşalı’nın canlandırdığı savcı Emre karakterinin kuraklık sorunuyla karşı karşıya kalan Yanıklar kasabasına atanması ile başlıyor. Savcı Emre kuraklık sorununun yanı sıra kasabadaki sözde oturmuş düzenin yarattığı vahşet ve insan tahribatıyla karşı karşıyadır. Fakat bir anda kendini yaşadığı bir geceyi hatırlamaya çalışırken bulur. Emre’nin kasaba halkı tarafından dışlanan gazeteci Murat (Ekin Koç) ile yakınlaşması ise işleri başka boyuta taşır. Anlatımın metaforlarla üst seviyeye taşındığı bu filmde, obruktaki çatlaklar gibi incelikle işlenen her detay izleyenleri üstüne derince düşünmeye sevk ediyor. Bu konuda film, bitiş sahnesiyle son vuruşunu yapıyor. Zira izledikten sonra uzun bir süre etkisinden çıkamayıp, filmi tekrar tekrar düşünmekten kendinizi alamayacaksınız.
The Whale (Balina, 2022)
Yönetmenliği Darren Aronofsky tarafından üstlenilen Amerikan psikolojik drama türündeki bu filmde, esas olarak on yedi yaşındaki kızına kendini affettirmeye çalışan bir babanın hikayesi anlatılmaktadır. Brendan Fraser’ın hayat verdiği Charlie, yıllar önce terk ettiği kızını geri kazanmak amacıyla girdiği bu yolda kendisiyle yüzleşecektir. Öğretmen olan Charlie’nin obezite problemi ve bir dünya klasiği olan Moby Dick’teki kurgusal beyaz balinaya takıntısı da filmi besleyen önemli detaylardandır. Brendan Fraser, Sadie Sink ve Hong Chau’nun başarılı performanslarının yanında filmin ödül almış bir oyunun uyarlaması olması ise tiyatro tutkunlarına filmi izlemek için muhteşem bir sebep daha sunuyor.
Boy From Heaven (Cennetten Gelen Çocuk, 2022)
75. Cannes Film Festivali’nde Tarık Saleh’e senaryosuyla ödül kazandıran politik gerilim türündeki bu filmde olaylar, İslam dünyasının önemli bir ayağı olan Kahire’deki El Ezher Üniversitesi’nde geçiyor. Her şey alelade bir balıkçının oğlu olan Adam’ın (Tawfeek Barhom) bu üniversiteye kabul almasıyla başlıyor. Fakat üniversitedeki dini lider olan Büyük İmam’ın beklenmedik ölümüyle olaylar bambaşka bir noktaya evriliyor. Liderlik boşluğunun doldurulmasında siyasi ve dini çıkarlar birbirine karışırken Adam ise anlamadan kendisini bu karmaşanın içinde buluyor. Adam’ın bu mücadeledeki rolünün gidişatı merak unsurunu canlı tutuyor. Kurgunun yer yer gerçeklere ışık tutması ise filmin izlenilirliğini arttırıyor.
Babylon (Babil, 2022)
2022’nin en iyi filmlerinden biri olan Babylon‘un yönetmen koltuğunda Damien Chazelle oturuyor. Filmin başrollerini ise Diego Calva, Margot Robbie ve Brad Pitt paylaşıyor. Film 1920-1930’lu yılların Hollywood’unun arka planına ışık tutuyor. Babylon, Hollywood’un merak ettiğimiz birçok gerçeğini gözler önüne sererken aynı zamanda sessiz sinemadan sesli sinemaya geçiş sürecinin sancılarını işliyor. Bu süreçte bazı yıldızların çökmesi Jack Conrad’ın (Brad Pitt) karakteri üzerinden anlatılıyor. Yeni yıldızların doğuşuna ise Margot Robbie ve Diego Calva’nın canlandırdığı Nellie LaRoy ve Manny Torres karakterleriyle şahit oluyoruz. Babylon, sinematografisiyle, müzikleriyle ve yıldız oyuncularıyla kesinlikle izlenilmesi gereken bir film olarak karşımıza çıkıyor.
Aftersun (Güneş Sonrası, 2022)
Başrollerini Paul Mescal ve Frankie Corio’nun paylaştığı Aftersun, yönetmen Charlotte Wells’in ilk uzun metrajlı filmidir. Aftersun, her ne kadar yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olsa da başarısı ile ses getirmeye devam ediyor. Film, artık bir yetişkin olan Sophie’nin 11 yaşındayken babası Calum ile Türkiye’de yaptıkları tatili konu alıyor. Bu tatile Sophie’nin hatıralarıyla ve el kamerasının çektikleriyle şahit oluyoruz. Baba-kız olarak aralarındaki ilişkinin boyutlarını bazen diyaloglarla, çoğunlukla da sessizliğin çevreleyip bakışların konuştuğu sahnelerle anlamaya çalışıyoruz. Bir yandan da baba ve kızın ayrı ayrı iç dünyalarını da gözlemleyebilme fırsatı yakalıyoruz. Aftersun, 1990’lı yıllarda Türkiye’de bir tatil beldesinin atmosferini kusursuz bir biçimde yansıtışıyla izleyenleri o zamanlara götürmeyi başarıyor. Tüm bunlara ek olarak işlediği detayları bireysel yorumlama fırsatı tanımasıyla film, herkesin duygusal dünyasına yansımasını öznel kılarak izleyenlerde özel bir yer edinmeyi başarıyor.
The Banshees of Inisherin (Inisher’in Ölüm Perileri, 2022)
İrlandalı yönetmen Martin McDonagh’ın yazıp ve yönettiği, başrollerinde Colin Farrell ve Brendan Gleeson’un yer aldığı kara mizah içeren bir filmdir. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan In Bruges’de ilk kez birlikte çalışan bu üçlüyü bu filmde tekrar görüyoruz. Filmdeki olaylar İrlanda’daki Inisherin kasabasında ve İrlanda İç Savaşı’nın sürdüğü zamanlarda geçiyor. Aslında her şey iki yakın arkadaş olan Colm (Brendan Gleeson) ve Padraic’in (Colin Farrell) arkadaşlıklarının Colm tarafından sebepsiz ve aniden bozulmasıyla başlıyor. Fakat biten bu arkadaşlık sadece ikisini etkilemeyip çevrelerine de yansıyor. Olaya kasaba halkının da dahil olmasıyla birlikte olaylar gittikçe ilginçleşiyor.
Sick of Myself (İlgi Manyağı, 2022)
Yönetmenliğini Kristoffer Borgli’nin yaptığı kara mizah türündeki bu film, başrol kadın karakterin adından da tahmin edeceğimiz üzere, ilgi manyağı bir karakter oluşunu konu ediniyor. Ana karakter Signe (Kristine Kujath Thorp) sevgilisinin aniden yakaladığı başarıyla beraber dikkatlerin üzerinden çekilmesinden bir hayli mutsuzdur. Kendine olan güvenini de yitirmesiyle beraber bu boşluğu doldurmak amacıyla kendisini gerçek olmayan acınası durumların içine sokmaya başlar. Hatta bunun için kendisine ciddi zararlar vermeyi göze alarak zamanla geri döndüremeyeceği şeyler yapmaya başlar.
Earwig (Kulağakaçan, 2021)
Yönetmenlik koltuğunda ise Lucile Hadžihalilović’i gördüğümüz film, Brian Catling’in Earwig adlı romanından bir uyarlamadır. Film ismine paralel olarak, yakın plan bir kulak çekimiyle ilginç bir başlangıç yapıyor. Daha sonrasında ise bizi buzdan dişlere sahip olan küçük bir kız çocuğu ve onun bakımından sorumlu olan Albert (Paul Hilton) karşılıyor. Yaşadığı evden kesinlikle dışarı çıkmayan küçük kız, bakıcısına gelen telefonla bir yolculuk için hazırlanmaya başlıyor. Bu yolculukla beraber akış daha dinamik bir yapıya ulaşırken bundan sonrasında film, bakıcı Albert ve yaşadığıolaylar üzerine yoğunlaşıyor.
Love, Deutschmarks and Death (Aşk, Mark ve Ölüm, 2022)
Cem Kaya’nın yönettiği Alman belgeseli niteliğindeki bu filmde, Almanya’da yaşayan Türk göçmenlerinin oluşturduğu bir müzik kültürüne odaklanılıyor. Bu müzik kültürünün oluşum ve gelişim süreciyle beraber göçmenlerin yaşam şartlarına ve göçmenlik kavramına da başarıyla değiniliyor. Tüm bunlar aynı zamanda güçlü bir arşivle desteklenerek izleyenler gözünde filmi öğretici bir role büründürüyor. Hem müzikleri ve görselliğiyle hem de tarihe tanıklık edişiyle kendinizi filmin içinde bulmanız kaçınılmaz olacaktır.
Tár (2022)
Todd Field tarafından yazılan ve yönetilen, başrolünde Cate Blanchett‘ı gördüğümüz bir psikolojik dram filmidir. Cate Blanchett, filmdeki performansıyla 80. Altın Küre Ödülleri‘nde drama dalında En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. Film aslında kurgusal olarak yaratılan Alman müzik orkestrasının ilk kadın şefi olmayı başarmış Lydia Tár’ın biyografisidir. Lydia Tár, hayran olunası bir sanatçı olmasının yanı sıra kendisinin ve başarısının farkında olan egosuyla kendi içinde tezat bir kişiliğe sahiptir. Film ilerledikçe Lydia’nın özel hayatının gizemi ve meslek hayatını profesyonelce yönetememesi sebebiyle ışığının sönmesine şahit oluyoruz.
The Eternal Daughter (2022)
Joanna Hogg tarafından yazılan ve yönetilen, yönetmen Hoog’un hayatından otobiyografik ögeler barındıran bir dram filmidir. Film yaşlı bir anne ve onun orta yaşlı kızı ile arasındaki ilişkiyi samimiyet ve sakinlikle gözler önüne seriyor. Tilda Swinton filmde hem anneyi hem kızını oynuyor. Swinton filmde iki rolün de başarıyla altından kalkıyor ve muhteşem bir performans sergiliyor. Zira iki karaktere kattığı farklı özellikler, oynayanın aynı kişi olduğunu unutmanızı sağlıyor. Film yönetmen olan Julie’nin annesi Rosalind hakkında bir film yazmak istemesiyle annesini gözlemleyeceği ıssız bir otelde başlıyor. Daha sonrasında yaşlanan annesini her an kaybedebileceğini fark etmesiyle ikili arasındaki duygusal sahnelere tanıklık ediyoruz.
Müthiş bir yazı olmuş emeğinize sağlık <3