“SAVAŞ BARIŞTIR
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
CAHİLLİK GÜÇTÜR”
Hepimiz okul sıralarında duymuşuzdur distopya örneklerinin başında gelen 1984’ü. Bunun bir sebebi olmalı elbette. Ben kitabı aldığım andan beri müthiş bir eserle karşılaşacağıma emindim.
Konusuna gelecek olursak, bireyselliğin, düşüncelerin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş hale geldiği bir dünya düzenini görüyoruz. Kahramanımız Winston bize olayları aktarıyor. En temel kişisel haklardan bile mahrum bırakılan, her hareketin izlenildiği, sorgulandığı bir yaşam var. Baskının olduğu bir ortamdan dolayı toplumsal bir mücadele göremiyoruz onun yerine bireysel bir mücadele yer alıyor kitapta.
“Sözlüğü tamamladığımızda, senin gibilerin dili yeni baştan öğrenmeleri gerekecek. Bana öyle geliyor ki, sizler asıl işimizin yeni sözcükler icat etmek olduğunu sanıyorsunuz. Oysa ilgisi yok! Sözcükleri yok ediyoruz; her gün onlarcasını, yüzlercesini ortadan kaldırıyoruz.”
Okyanusya ülkesinde, partinin insanlara dayattığı birçok kural ve düşünme sistemi var. Mesela, partinin oluşturduğu “Yenisöylem” diliyle halkı düşünmede, konuşmada kısıtlamak. Büyük Birader’in siyahı üzerinize çöküyor okurken. Kelimelerin, dillerin var olmamız için nasıl önemli bir etken olduğunu fark ediyorsunuz.
Geçmişi hatırlayamamanın, yüreğinizdeki hisleri bile yaşayamamanın verdiği puslu bir roman.
“Partiye bağlılık, düşünmemek, düşünce gereksinimi duymamaktır. Partiye bağlılık, bilinçsizlik demektir.”
George Orwell’ın ‘Hayvan Çiftliği’ eserini de keyifle okumuştum ama ‘1984’ beni daha farklı etkiledi. Kesinlikle güncelliğini yitirmeyecek bir yapıt. Ayrıca üslubu da çok iyi.
Okurken kendimi bir kavanozun içine hapsolmuş ve oradan kurtulmaya çalışan birinin hislerini paylaştım sanki. En yakın zamanda okumanızı öneririm.
“Umut” dolu kitaplara…