Modernizm, 19 ve 20. yüzyıllarda ortaya çıkan bir sanat, kültür ve düşünce akımıdır. Bu hareket, Avrupa’da başlayan ve yayılan Rönesans, Aydınlanma Çağı ve endüstriyel devrimle birlikte şekillenmiştir. Modernizm sadece bir akım değil, aynı zamanda bir başkaldırıştır. Geleneksel normlara meydan okuyarak yenilikçi bir benimsemiş, dogmatik düşüncenin yerine hümanizm çerçevesinde akıl, bilim, barış ve özgürlüğü öne sürmüştür. Öne sürmekle kalmayıp, insanların mevcut düzeni sorgulamasına zemin hazırlamıştır.

Modernizm, farklı alanlarda etkili olmuş ve edebiyat, resim, heykel, mimari, müzik ve sinemada önemli eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Önemli modernist sanatçılar arasında James Joyce, Virginia Woolf, Pablo Picasso, Wassily Kandinsky ve Frank Lloyd Wright gibi isimler bulunmaktadır.
Nedir Bu Modernizm?
Modernizm mevcut düzene bir meydan okuyuştur. Toplumun sorunlarını ele alıp, bilimin ve aklın öncülüğünde bu sorunlara bir çözüm getirmeyi amaçlar. Bu düşünce hareketi üç tane ana fikre dayanır: Bireyselcilik, geleceğe inanç ve akıl. Modernizm öncesi toplum bireyle var olabiliyorken, modernizm ”düşünüyorum öyleyse varım” alıntısına insanları adapte etmeye başladı. İnsanlar her şeyi sorgulamaya, düşünmeye ve gelecek için yaşamaya başladılar. Bir nevi insanlar bu dönemde dogmatik düşünceyi terk edip, rasyonalist ve pragmatik düşünceleri hayatlarına eklediler. Ama aynı zamanda modernizm bir krizdir. Üç yüzyıl boyunca baz alınan ve oluşturulan, topluma entegre edilen kült yapılar yok sayılmaya başlanır. Bu durum, bireylerin geçmiş değerler ve inanç sistemleriyle çatışmalarına ve belirsizlik hissi yaşamalarına neden olmuştur. Ancak aynı zamanda yeni fırsatlar da doğurmuştur. Bu çatışma ortamında, birçok sanat ve kültür alanında önemli ilerlemeler ve başarılı eserler ortaya çıkmıştır.
1922: Modernizm ve Ötesi
1922 yılı Amerikan Modernist Edebiyatı’nda mucize yıl olarak anılır. Bunun başlıca sebebi bu dönemde ortaya çıkan, dönemin ve dünya edebiyatının başyapıtlarından sayılan bazı eserlerdir: T.S Eliot’un Çorak Ülkesi, James Joyce’un Ulysses’i ve Virginia Woolf’un Jacob’un Odası. Bu eserler, modernist hareketin temeli özelliklerini taşıyan yenilikçi dil kullanımı, yapısal karmaşıklık, bilinç akışı ve içsel düşüncelerin vurgulanması gibi öğeler içermektedir.
1922 yılı, Birinci Dünya Savaşı’nın trajik izlerini taşıyan ve tüm insanlık için süregelen bir endişe hakimdi. Modernizm bu kaotik ortamda bile olsa kendine güçlü bir yer edinmeyi başardı. 1922 yılı, modernist edebiyatın gelişimine ve edebiyatta yeni bir estetik deneyim arayışına yönelik bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Savaş boyunca ve sonrasında, yukarıda bahsettiğimiz üç yazarda kendi estetik ve yazma değerlerini yeniden yaratmak ve iyileştirmek için fırsat buldu. Eserlerinde savaşın acı ve kayıp dolu yüzünü göstermekten korkmadılar.
Şikago’ya Bir Tren
Modernizm, sadece edebiyatla sınırlı kalmayan bir akımdır. Aynı zamanda sanatsal ve entelektüel bir akımdır. Edebiyatın yanı sıra resim, heykel, mimari, müzik, tiyatro ve diğer sanat dallarında da etkili olmuştur. Modernizm geleneğe meydan okur ve her daim yeniliğin sınırlarını zorlamıştır. Sanatın evrensel normlarına meydan okurken, çağdaş dünyanın etkilerini yansıtmayı hedeflemiştir. Bu nedenle modernizm, edebiyatla sınırlı kalmayıp çok daha geniş bir perspektife sahiptir.
Modernizm’de trenler oldukça çok görülür. İlk film yapımcıları tren imgelemeni filmlerinde yer verdiler. Kırsaldan geçen trenler dönemin bir çok ressamının da eserlerinde gözlemlenebilir. Ancak özellikle önemli olan bir tren var: Louis Armstrong adlı 21 yaşındaki kornet oyuncusunu 1922’de New Orleans’tan Chicago’ya götüren tren. Chicago’ya geldiğinde Armstrong, Joe King Oliver’ın grubuna katıldı ve kendisi New Orleans cazının kurucu babalarından biri olarak tarihe ismini altın harflerle yazdırdı.
Nosferatu’nun Çıkışı
1922‘de Alman dışavurumcu film yapımcısı F.W. Murnau, en eski ve en etkili korku filmlerinden biri olan Nosferatu‘yu yaptı. Nosferatu da dönemin gelenekçi korku filmlerine meydan okuyan yenilikçi bir yaklaşım sergilemiştir. Hikaye Transilvanya’da yaşayan ve vampir olan Graf Orlok’un maceralarını anlatır. Orlok, gerçek aşkı insanlardan emerek ve onları öldürerek aramaktadır. Hikaye, Orlok‘un genç bir aile olan Hutter ailesinin yaşadığı bir şehre gelmesiyle başlar.
Film, Bram Stoker’in ”Dracula’‘ romanında esinlenerek yapılmıştır, ancak ad ve karakter detayları değiştirilerek özgün bir yorum sunulmuştur. Bu, filmin modernist yaklaşımının bir yansımasıdır; eski formları yeniden şekillendirme ve döneminin korku sinemasına yeni bir estetik getirme çabası. Ayrıca filmin görsel anlatımında da modernist etkiler görülür. Sembolizm ve deneysel açıları, ışık ve gölge kullanımı filmi modernist bir deneyim haline getirir.


