10 Maddede Gabriel Garcia Marquez

Editör:
Sena Yiğit
spot_img

Gerçekliğin sıra dışılığını çok derin tattığımız, Latin Amerika’nın sisli sokaklarında dolaşan, anıları edebiyata, suskunlukları büyüye dönüştüren Gabriel Garcia Marquez okurları tarafından benzeri olmayan yazarlar arasında yerini almış bir isim. Marquez okuyunca, gerçek dünyaya başka türlü bakmayı öğreniyoruz, çünkü onun evreninde her şey gerçeğin harmanında ama bir o kadar da gerçek dışı, büyülü. Yazarın hep bildiğimiz imza niteliğinde olan Büyülü Gerçekçilik akımı yanında kaleme aldığı eserler siyasal eleştiri, kolektif hafıza ve bulunduğu coğrafya olan Latin Amerika tarihi gibi temalar etrafında şekillenir. Gabo amcamız bize ne çeşitli eserler bırakmış, farklı özellikleriyle önce çıkanları gelin birlikte kronolojik olarak inceleyelim. Keyifli okumalar…

1.Yaprak Fırtınası- 1955

 

“Her ne olacaksa, zaten olması gerekiyor demektir. Hani takvimde önceden haber verilmiş şeyler gibi.” 

Macondo kasabasının adının ilk kez geçtiği ve yazarın ilk romanı olan Yaprak Fırtınası, onun sessizlikle konuşan ilk romanı. Yazarın sonraki eserlerine yön veren edebî devreyi, Macondo’yu temel taşlarla ördüğü bu eser ölüm temasıyla başlar ve biter. Ama asıl hikâye, kimsenin cenazesine katılmak istemediği bir adamın suskunluğu gibi görünse de onu arkasından konuşan iç seslerle örülüdür. Üç iç monoloğu bizlere zamansal ve doğrusal bir akışın zıt tarafını parçalı bir gerçeklikle sunarken, belleğin ne kadar güvenilmez olduğunu da bir gizemle bize kanıtlar. Zamanın döngüselliğinde olaylar geçmişe dayanırken Marquez’in anlatı tarzının temel özelliklerinden olan aktif bir dinleyici ve okuyucu olarak katıldığımız öyküde toplumsal linç teması bir çok yönle öne çıkar. Bu anlamda ilk romanıyla anlatı gücünü okurlarına tadımlık olarak sunan romanıyla yazarın, toplumsal ve bireysel trajedilerin iç içe geçmişliğine tanıklık ederiz.

2.Albaya Mektup Yok- 1961

 

“Umut karın doyurmaz,” dedi kadın. “Karın doyurmaz ama insanı ayakta tutar,” diye yanıtladı albay. “Dostum Sabas’ın mucizevi hapları gibi bir şey.” 

Novella türündeki ilk eseri olan Albaya Mektup Yok’la  Marquez, kısa ama yoğun bir anlatımla politik hayal kırıklığını ve yaşlılık temasını incelikle işler. Yazarın politik ve insani duyarlılıklarını en sade haliyle yansıttığı bu kısa roman emekli bir albayın onur, sabır ve umutla örülü bekleyişini anlatır. Modern zamanların unutulmuş bireylerine adeta bir ağıt gibi yazılan bu romanda Albay’ın değer görmek, hak ettiğini alabilmek ve görünür olmak isteğine dair bekleyişi oldukça etkileyicidir. Yaşlı bir albay, devletten yıllardır emekli maaşının mektubunu beklemektedir. Her cuma ısrarla postaneye gider. Bir insan ne kadar süreyle bekleyebilir? Onur mu önce gelir yoksa hayatta kalmak mı? İçimizde taşıdığımız bu soruları cevabını ararken umudun bir insanı nasıl ayakta tuttuğunu bilen bir adamın, hikâyenin sonunda cuma postasına dahil olarak buluruz kendimizi.

3.Yüzyıllık Yalnızlık- 1967

 

Yüreğini kolla, Aureliano,” dedi, “Ölmeden çürüyorsun.” 

Büyülü gerçekçiliğin baş yapıtı olan Yüzyıllık Yalnızlık, alışılmadık bir uluslararası başarıya ulaşarak 1982 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür. Bu kitabı raflarda görünce elimize alıp incelemeyenimiz çok azdır. Yaprak Fırtınası‘nda adını ilk kez duyduğumuz Macondo kasabası, Yüzyıllık Yalnızlık’ın yaşandığı, asıl adı Aracataca olan yazarın çocukluğunun geçtiği yerdir. Bu haliyle gerçekle kurguyu birleştiren yazar eserinde tek amacının, çocukluk günlerini sanatsal bir dille geride bırakmak olduğunu söyler. “Çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek bir cümle bulamazsınız.’’ diye bahsettiği kitapta büyülü gerçeklik gibi onun imzası olan bir akıma rağmen anlattığı her şeyi buna nasıl sığdırdığını okudukça görüyoruz. Bir köy yaşamının en doğal hallerini yansıtan kitapta sınıfsal ayrımları, siyası zıtlaşmaları, insanın mücadelesini, cinselliği, sanatı, inançları gerçeklikle görüyoruz.

4. Başkan Babamızın Sonbaharı – 1975

 

’Kalabalık içindeyken hayat gibi kocaman gösteriyordu kendini.’’ 

Tek paragrafla yazılmış gibi görünen uzun cümleler içeren yapısıyla dikkat çeken Başkan Babamızın Sonbaharı, tek yönetim rejimine lirik bir ağıt niteliğindedir. Yazarın en deneysel, en politik ve belki de en zorlu romanıdır. Eser sadece bir diktatörün çöküşünü değil aynı zamanda mutlak gücün zaman içinde nasıl anlamını yitirdiğini, çürüdüğünü ve sonunda kendi yalnızlığına gömüldüğünü anlatan derin bir alegoridir. Zaman ve mekân belirtilmeden, anonim bir Karayip ülkesindeki ölü bir diktatörün sarayında başlayan roman geçmişe uzanan anlatısıyla diktatörün yaşam öyküsünü liderlik sıfatıyla önümüze serer. Marquez’in en önemli özeliklerinden olan gerçek ve kurgu arasındaki inceliği işleyişi ana karakter hakkında dolaşan söylentiler gerçeğin önüne geçer ve diktatör efsaneye dönüşürken insanlığını kaybeder. Alışılmış roman dilinin çokça dışındaki kitapta neredeyse paragraf yoktur. Cümleler sayfalarca sürer ve anlatı bilinç akışıyla örülür. Bu anlatım tarzı aslında zaman zaman okuyucuyu yorsa da o büyülü havasını da sezdirir. Latin Amerika’da yüzyıllar boyunca hakim süren askeri rejimlerin, halktan kopuk iktidarın ve gücün neye dönüşebileceğini ayna gibi yansıtmasıyla roman politik bir hafıza taşı niteliğinde olmasıyla Marquez kitapları içinde ayrılır.

5. Kırmızı Pazartesi – 1981

’Bizlerden daha sağlıklıydı; ama insan onun göğsünü dinleyince yüreğinin içinde fokurdayan gözyaşlarını duyabiliyordu.’’

Gerçek bir olaydan esinlenilen Kırmızı Pazartesi, yazarın belki de en çarpıcı ve çelişkili romanıdır. Çünkü bu romanda okuyucu baştan her şeyi bilir. Cinayeti kimin işleyeceğini, nedenini, kurbanını herkes bilirken tıpkı kasaba halkı gibi bizler de bunu engelleyemeyiz. Bu çaresizlik romanın etkisini zamansız kılan en belirgin özelliğidir. Toplumsal onur ve şiddeti işleyen romanda genç bir adam namus gerekçesiyle öldürülecektir. Bu karar kasabadaki herkes tarafından bilinir; peki bu bir yazgı mıdır yoksa toplu bir duyarsızlık mı? Namus üzerinden şekillenen ataerkil değerler sistemi, masum bir adamın ölümüne zemin hazırlarken gerçeğim göreliği de değişiverir. Herkesin kendi gerçeği olduğuna göre hangisine inanacağımıza şaşırırız okudukça. Marquez’in gazetecilik geçmişinin bu romanda belirgin halde hissedilmesi romanın anlatım biçiminin gazetecilikten  kurguya geçen bir haber dosyası titizliğiyle ilerlemesini sağlar.

6.Kolera Günlerinde Aşk – 1985

’Her şeye karşın, yüreğin belleğinin kötü anıları sildiğini, iyileri büyüttüğünü, geçmişe katlanmayı bu hile sayesinde başardığımızı bilmeyecek kadar gençti daha.’’ 

50 yıl süren bir aşkın epik anlatısı, aşkın ve zamanın yenilmez romanı olan Kolera Günlerinde Aşk, bir yaşam biçimi olarak ele alınan hem güçlü hem zarif bir anlatıdır. Marquez’in çok bilinen eserleri arasındaki bu roman gençlik heyecanı, ayrılık acısı, evlilik sessizliği ve yaşlılık yalnızlığı duygularını tek bir kelimede birleşir: Beklemek. Ariza, genç yaşta aşık olduğu Daza tarafından reddedilir ve Daza başka biriyle evlenir. Ancak Ariza ondan vazgeçmez. Tam 51 yıl, 9 ay ve 4 gün boyunca bekler. Ve bir gün, Fermina’nın eşi öldüğünde, Florentino yeniden ortaya çıkar. O günden sonra aşkları başlar, bu kez yaşlılıklarının dinginliğinde. Aşkın sadece gençliğe ait bir duygu olmadığını bize hatırlatan romanda beklemek yaşamak kadar derin bir eylemdir. Kolera hastalığı ile aşk arasında sürekli bir mecaz ilişkisi kurulurken ikisinin de belirtileri birbirine benzer. Marquez alıştığımız büyülü gerçekliği bu romanda geri plana alır ve bu romanın dili daha çok lirik bir tarihsel hava verir. Mekânlar ve zaman geçişleri, okuru adeta bir nehrin içinde yüzdürür. Bu yüzden bu roman hızlı okunmaz; sindirilerek, hissedilerek okunur.

7.Aşk ve Öbür Cinler – 1994

 

– “Ne kadar uzaklardayız!” diye içini çekti.

– “Neden?”

-“Kendimizden”

Aşk ve Öbür Cinler, Garcia Marquez’in gerçek bir gazete haberi üzerinden kurgulanmış tarihsel romanı tarihle örülmüş büyülü, yasak bir aşkın öyküsüdür. Yazarın son büyük romanlarından biri olan bu kitapta trajik bir aşk hikâyesini anlatır. Ancak bu aşk, alışılmışın dışında; zamanın, inancın ve toplumsal kalıpların kıskacında biçimlenmiş bir yasaktır. 18. yüzyılın sömürge döneminde geçen romanda, Sierva Maria adında 12 yaşında bir kız çocuğu, bir köle tarafından ısırılır. Kuduz kaptığı sanılır, ama zamanla onun içine cinler kaçtığına inanılır. Kiliseye kapatılan Sierva Maria’nın yanına genç bir rahip gönderilir. Onların arasında zamanla ruhani bir bağdan doğan, derin ve yasak bir aşk gelişir. Aşk, roman boyunca cinlerle, hastalıkla, hatta şeytanla eşdeğer tutulur. Marquez anlatış tarzında bu ilişkiyi yargılamaz; sadece gözler önüne serer. Özellikle inanç ile baskı arasındaki sınırlar ustalıkla sorgulayan kitapta kadın bedeninin, arzuların ve farklı olmanın nasıl bastırıldığını, cezalandırıldığını görürüz. Kültürel çatışma temasında, Afrika inançları ile Katolik misyonerlik arasında kalan bir toplumun parçalanmış ruhu da romanın fonunu oluşturur.

8.Anlatmak İçin Yaşamak – 2002

 

’’Yazı yazmaktan o kadar büyük keyif alırdım ki, zamanımın bol olmasına karşın günler çok kısaymış gibi gelirdi.” 

Marquez’in çocukluğu ve gençliğini anlattığı, birinci ağızdan yazılmış bu eserinde Gabriel Garcia Marquez, bu kez kendi hayatını anlatır. Anlatmak İçin Yaşamak, yazarın çocukluğundan gazeteciliğe, ilk aşkından edebiyata uzanan otobiyografik bir anlatıdır. Ancak bu sadece bir hayat hikâyesiyken aynı zamanda yazmanın, hayal kurmanın ve Latin Amerika’nın ruhunu anlamanın anahtarıdır. Kitap, Marquez’in Karayip kıyılarında başlayan çocukluğundan 1950’lerin sonlarına kadar olan hayatını kapsar. Ailesiyle yaşadığı karmaşık ilişkiler, yaşadığı yoksulluk, gazetecilik serüveni, ilk yazınsal denemeleri, siyasetle temasları ve ilk büyük aşkı hepsi iç içe geçmiş bir anlatıyla sunulur. Ama her şeyin merkezinde tek bir cümle vardır: “Hayat, insanın hatırladığı kadardır.”

Yoksulluk teması altında bakılınca ailesinin eksantrik bireyleri, maddi zorluklar, ama asla tükenmeyen hayal gücü çıkar karşımıza. Marquez’in karakterlerinin çoğu, aslında bu sayfalarda doğmuştur. Onun anlattığı her kitabında hangi hikayenin nereden kopup geldiğini öğrenmiş oluruz.

9.Benim Hüzünlü Orospularım – 2004

 

’Göğsümde bir sıkıntı hissettim.” Ömrümde hiç aşık olmadım, ” dedim. Hemen karşılığını verdi: ” Ben oldum. Yirmi iki yıl sizin için gözyaşı döktüm. “ (S. 39)

Marquez’in son romanı olması özelliğiyle Benim Hüzünlü Orospularım, yazarın edebiyat kariyerindeki en tartışmalı ama aynı zamanda en şiirsel metinlerinden biridir. Kısa hacmine rağmen, yaşlılık, yalnızlık, aşk ve arzunun sınırlarını sorgulayan etkileyici bir iç yolculuktur. Adını bilmediğimiz yaşlı bir gazeteci, 90. yaş gününde kendisine bir hediye vermek ister: Daha önce hiç birlikte olmadığı kadar genç bir kızla bir gece geçirmek. Ancak karşısına çıkan kız Delgadina uyuyordur ve yaşlı adam o geceyi onun sessizliğiyle geçirir. Zamanla bu genç kıza karşı içinde beklenmedik, derin bir sevgi filizlenir. Böylece, hayatı boyunca “satın aldığı” aşklar ilk kez gerçek bir duyguya dönüşür. Roman, yaşlılığın yalnızlığıyla değil, geçmişin yüküyle de baş başa kalmayı işler. Kahramanın ömrü boyunca yaşadığı anlamsız ilişkiler, sonunda anlam arayışına dönüşür. Bu kitapta Marquez okuru rahatsız etmeyi göze alır. Fiziksel arzunun ötesinde, ruhsal bir bağın imkanını tartışmaya açar. Yazarın çarpıcı ve son roman olarak Benim Hüzünlü Orospularım, aşkın her yaşta ve her biçimde mümkün olabileceğini her yaştan okuyucuya sorgulatır. Ama bunu yaparken onları kolay kolay konforlu hissettirmez. Toplumun tabularıyla, bireysel arzular arasında keskin bir çizgi çizer ve orada bizi yalnız bırakır.

10.Ağustosta Görüşürüz – 2024

“Gelmeseydin beni bir daha göremeyecektin.” (S.106)

Yazarın ölümünden sonra yayımlanan tek romanı ve böylece en son romanı olan Ağustosta Görüşürüz, kaybettiğimiz o çok sevdiğimiz oyuncağımızı buluşumuz gibi bir geri dönüştür.  Beklenmedik bir yayın olan Ağustosta Görüşürüz, bir roman taslağı olarak öylece beklerken hepimize sıcak bir Karayip adasına gönderir. Henüz tamamlanmamış bir metin olmasına rağmen, yazarın edebiyatındaki olgunluk, incelikli insan gözlemi ve zamana karşı duyarlılığı bu hikâyede de kendini açıkça gösterir. Bu eser, bir veda mektubu gibi: kısa, dingin ama etkileyicidir. Ana Magdalena, annesinin mezarını ziyaret etmek için her yıl Ağustos ayında Karayipler’deki bir adaya gider. Bu ziyaretler, başlangıçta sadece bir görev gibidir. Fakat her gelişinde, onun iç dünyasında başka kapılar açılır. Her Ağustos, onun kimliğini yeniden kurduğu, arzularını, pişmanlıklarını ve hayattan ne istediğini düşündüğü bir eşik haline gelir. Her yıl tekrarlanan bir ritüelin içinde, insanın değişip değişmediği sorgulayan temasıyla değişen takvim değil, kişinin içidir. Ana’nın yaşadığı geç ama yoğun aşk deneyimleri, yaşla sınırlı olmayan bir arzunun ve duygusal keşfin kapısını aralar. Arzuları canlandıran temasıyla Mezarlık bir son değil, bir başlangıç olur. Ana, geçmişteki kadın rollerini, toplumun beklentilerini ve kendi arzularını yeniden değerlendirir.


Kaynakça

Karaosmanoğlu, A. Hicran. “Gabriel García Márquez’in Romanlarında Zaman ve Bellek Teması.” Türk Edebiyatı ve Dünya Edebiyatı Karşılaştırmaları Dergisi, 2021.

Marquez, Gabriel Garcia. Yüzyıllık Yalnızlık. Can Yayınları, Ağustos 2014, İstanbul.

Marquez, Gabriel Garcia. Ağustosta Görüşürüz. Can Yayınları, Mart 2024, İstanbul.

Marquez, Gabriel Garcia. Benim Hüzünlü Orospularım. Can Yayınları,Ağustos 2018, İstanbul.

Marquez, Gabriel Garcia. Aşk ve Öbür Cinler. Can Yayınları. Eylül 2019

Marquez, Gabriel Garcia.Yaprak Fırtınası. Can Yayınları. Aralık 2012

Marquez, Gabriel Garcia. Kırmızı Pazartesi. Can Yayınları. Eylül 2012

Marquez, Gabriel Garcia. Başkan Babamızın Sonbaharı. Can Yayınları.Temmuz 1978

’’Gabriel Garcia Marquez – Biographical.” NobelPrize.org, The Nobel Foundation, erişim tarihi 10 Haziran 2025.

’’Gabriel Garcia Marquez.” Türk Dili ve Edebiyatı, erişim tarihi 10 Haziran 2025.

Öne çıkarılmış görsel

spot_img

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.