10 Kasım’da Mustafa Kemal’i Anlamak: Sevdiği Şeyler ve İnsani Yönü

Editör:
Sudenur Sarıyıldız, Mehmet Samet Acar
spot_img

10 Kasım, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ü andığımız ve her zaman da anmaya devam edeceğimiz bir gündür fakat güne başlar başlamaz Türk milletinin içinde hisler bir burukluk ve sarsıntı yaratır. Böyle yüce bir liderin kaybı yüzyıllar boyunca hissedilecek bir acı olarak kalır. Bu sefer ise Atatürk’ü sadece “lider” olarak değil; müziği seven, okumayı alışkanlık haline getiren ve sanata değer veren bir insan olarak hatırlamak istiyoruz çünkü Atatürk’ü anlamanın en gerçek yolu, onu insan yanıyla sevmekten geçer.

Müzik Olmadan Bir Gün Geçiremezdi

Atatürk l Söylenti Dergi

Atatürk, müziğe duyduğu ilgiyle de tanınırdı. Hatta müziği sadece bir sanat olarak değil, bir milletin ruhunu ve kültürünü yansıtan bir güç olarak görüyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Türk müziğinin çağdaş bir toplumu yansıtmadığını düşünerek milli bir müzik anlayışı geliştirilmesini gerekli gördü. Bu amaçla yurt dışından uzman müzisyenler davet edildi, müzik okulları ve konservatuvarlar kuruldu, yetenekli öğrenciler Avrupa’ya gönderildi.

Atatürk’e göre müzik hayatın özünü oluşturuyordu: “Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir.” (Tezcan 161) Ulusun çağdaşlaşma düzeyi, müzikteki yeniliği benimseme gücüyle ölçülüyordu. Bu anlamda Atatürk’ün amacı ise Batı müziğini Türk müziğiyle harmanlayarak halkın zevkini yükseltmek ve Türk sanatını dünya ölçüsünde saygın hale getirmekti. Onun sayesinde müzik, milli birlik ve modernleşmenin bir aracı haline geldi.

Beethoven, Mozart ve Bach gibi Batı bestecilerinin eserlerini keyifle dinlerken Cumhuriyet dönemi bestecileri Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin ve Ahmet Adnan Saygun gibi müzisyenlerin eserlerine de büyük ilgi gösterirdi. Özellikle sevdiği bir iki şarkısına göz atacak olursak:

Yanık Ömer

Yanık Ömer, her savaştan bir yara taşıyor.
Yanık Ömer, yiğit Ömer övünmeden yaşıyor.

Yanık Ömer attan iner, pembegül’e bağlar kemer;
köylülere gider haber, düğüne, düğüne…

Toplumun derdi ve mücadelesine ışık tutan müzik anlayışı, “Yanık Ömer” türküsünde adeta hayat bulmuştur. Türküde savaş, kahramanlık ve halkla bağ kurma vurgusu Yanık Ömer figürüyle öne çıkar ve bu vurgu, Atatürk’ün “müzik ulusun ruhudur” anlayışıyla tamamen örtüşür. Eser, Atatürk’ün halka duyduğu sempatiyi ve toplumun kolektif hafızasını müzikle ifade etme yaklaşımını çok iyi yansıtır.

Kırmızı Gülün Âli Var

Kırmızı gülün alı var (aman aman)
Her gün ağlasam da yeri var
Bugün benim efkârım var (aman aman)
Ah bu gönül arz eder seni seni yâr seni

Bu şarkıda daha bireysel ve romantik temalar ön plana çıkar. Atatürk’ün içsel duygularına ve aşkına ışık tutan bir eser olarak değerlendirilebilir. Efkar, hüzün ve aşk; türkünün temel unsurlarıdır. Atatürk’ün bu şarkıyı sevmesi, onun kültürel estetiğe ve duygusal zarafete verdiği önemi gösterir. Şarkı; narin ama güçlü bir biçimde sevgi, güzellik ve milli kültür bilincini dile getirir. Bu yönüyle, Atatürk’ün müzik anlayışının hem kişisel hem de toplumsal boyutunu birleştirdiğini ortaya koyar; duygu yoğunluğu yüksek, aynı zamanda köklerinden beslenen bir türkü olarak öne çıkar.

Bülbülüm Altın Kafeste

Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yârim hasta
Ah neyleyim şu gönlüme
Hasret kaldım sevdiğime

Bu şarkı, özlem, hasret ve kavuşamayanları ifade eden içsel duyguları yansıtır; hem romantik hem toplumsal boyutları bir arada taşır. Atatürk’ün müzikte “millilik ve çağdaşlık” anlayışının yanında duygusal hassasiyeti de vardı ve bu eser onun bu yönüyle örtüşür. Şarkının adıyla taşıdığı “bülbül” ve “altın kafes” metaforu, mesajını güçlü biçimde verir: Altın kafes, dışarıdan bakıldığında değerli görünse de özgürlüğü sınırlar, bülbülün sesi ise sınırsızca çıkmalı; yani halkın duyguları, kültürü ve musıkisi özgürce ifade edilebilmelidir. Ayrıca, bülbülü kafese koymak bir açıdan kavuşamayanları, özlemi ve hasreti; dolaylı olarak da vatanına hasret kalanları simgeler. Böylece şarkı, hem bireysel duygulara hem de toplumsal ve milli bilince ışık tutar.

Kütüphanesindeki Kitaplar, Zihninin Haritasıydı

Pinterest

Atatürk; inkılaplarını, devlet yönetimini ve stratejik kararlarını derin bir düşünce, analiz ve sentez sürecine dayandırmış bir liderdi. Onun bu niteliğinin temelinde, uzun yıllar süren bilinçli bir okuma tutkusunun yattığını söylemek mümkündür. “Kumandanlar astlarından yüksek ve âlim olmalıdırlar” sözünde vurguladığı gibi, bilgi ve kültürel birikim; onun için liderliğin vazgeçilmez unsurlarıydı.

Okuma sevgisi, Manastır Askeri Lisesi yıllarında arkadaş etkisiyle başladı; Harp Akademisi’nde ve ilk görevlerinde özellikle Fransızca ve Almanca kitaplarla genişledi. İlk görev yeri Şam’da, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti arkadaşları aracılığıyla felsefe, sosyalizm ve devrim üzerine eserler okudu. Cephelerde bile kitap okuma alışkanlığından vazgeçmedi, Çanakkale ve Doğu Anadolu görevlerinde savaşın yoğunluğu içinde dahi kitaplara zaman ayırdı.

Atatürk’ün özel kütüphanesi dört bin iki yüz seksen dokuz kitaptan oluşuyordu ve bu eserler; tarih, Türk dünyası tarihi, edebiyat, felsefe, müzik, güzel sanatlar, eğitim ve bilim gibi çok geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Kitapları okurken satır altlarını işaretler, notlar alırdı. Bu detaylı yöntem, onun kitaplara gösterdiği özeni ve okuduklarından derinlemesine faydalanma yaklaşımını yansıtıyordu.

Atatürk’ün okuma sevgisi, yalnızca kişisel bir tutku değildi; aynı zamanda Türk milletinin geleceğini şekillendiren fikir ve kararlarının temelini oluşturan bir araçtı. Okuma disiplini, onun düşünce gücünü beslemiş; hem fikir adamı hem de devlet ve inkılap lideri olarak başarılarını mümkün kılmıştır. Kitaplarla kurduğu bu yakın ilişki, Atatürk’ün hem entelektüel derinliğini hem de kültürel estetiğe verdiği önemi ortaya koymaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olarak uzun yıllar Atatürk’ün yanında bulunan Hasan Rıza Soyak, onun okuma alışkanlığıyla ilgili şu gözlemi paylaşmıştır: “Okumayı çok severdi; genel bilgisini sürekli olarak artırmaya çalışırdı. Zengin bir kütüphanesi vardı. Okuması da, çalışması gibiydi; eline aldığı kitabı, eğer ilginç buldu ise bitirmeden bırakmazdı.” (Güler)

Atatürk’ün Sevdiği Kitaplar ve Okuma Tutkusu

  • Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin
Çalıkuşu l Anadolu Ajansı

Reşat Nuri Güntekin’in unutulmaz eseri Çalıkuşu, Cumhuriyet’in ruhunu yansıtan romanlardan biridir. Feride karakterinin Anadolu’nun en ücra köşelerine gidip öğretmenlik yapması, yalnızca bireysel bir mücadele değil; aynı zamanda bir aydınlanma çağrısıdır.

Atatürk, bu romanı büyük bir ilgiyle okumuş; eserdeki öğretmen figürünü yeni kurulan Cumhuriyet’in idealleriyle özdeşleştirmiştir. Cephedeyken kitabı bitirdiğinde “İhmal edilmiş Anadolu’yu, genç bir öğretmenin yaşadığı zorluklarla ne güzel anlatmış” (Türk İnkılabı) diyerek hayranlığını dile getirmiştir. Çalıkuşu, Atatürk’ün gözünde, cehalete karşı verilen mücadelenin edebiyattaki karşılığıydı.

  • Beyaz Zambaklar Ülkesinde – Grigory Petrov
Grigory Petrov l Can Yayınları

Grigory Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eseri, Finlandiya halkının bataklıklardan aydınlığa uzanan yeniden doğuş hikayesini anlatır. Kitaptaki dönüşüm fikri, Atatürk’ün cehaleti yenme ve toplumu bilinçlendirme idealine çok yakındı.

Atatürk, bu kitabı, edebi metnin yanında bir kalkınma modeli olarak görmüştür. Savaş sonrası Türkiye’nin yeniden inşasında Petrov’un fikirlerinden esinlenmiş; orduda ve okullarda bu kitabın okutulmasını istemiştir. Onun için bu eser, küçük bir milletin büyük bir azimle neler başarabileceğini gösteren ilham verici bir örnekti.

  • Toplum Sözleşmesi – Jean-Jacques Rousseau
Jean-Jacques Rousseau, Meister Drucke

Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi adlı eseri, Atatürk’ün düşünce sisteminde özel bir yere sahiptir. Kitapta vurgulanan halk egemenliği, eşitlik ve özgürlük ilkeleri; Cumhuriyet’in temel taşlarını oluşturmuştur.

Rousseau’nun “insan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur” sözü, Atatürk’ün çağdaş bir ulus yaratma amacını derinden etkilemiştir. 1924 Anayasası hazırlanırken de bu fikirlerden esinlenildiği bilinir. Atatürk için bu kitap, aklın rehberliğinde yönetilen bir toplumun felsefi temelini temsil ediyordu.

Yemek Masasında Sade Zevkler

Pinterest

Atatürk için yemek sofrası, açlığı giderme amacı taşımaktan ziyade; sohbetin dolu olduğu, bir şeylerin tartışıldığı, keyifli sohbetlerin döndüğü bir kültürel paylaşım alanıydı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da şöyle ekler: “Atatürk’ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır” (Tezcan). Akıl, sanat ve ideallerin harmanlandığı bu sofralarda sohbet ve tartışma, kahve ve yemek gibi araçlarla yürütülürdü. Sofralar bazen müzikli olur, sanatçılar konser verirdi; kitaplar ve kütüphane eserleri, sohbetin ayrılmaz parçasıydı.

Beslenme alışkanlıkları açısından Atatürk, sade ve ölçülü bir yiyiciydi. Kahvaltıda çay veya kahve ile soğuk ayran ve ekmekle yetinir, bazen yoğurt ve sütlü kahve tüketirdi. Hatta böylesi güçlü bir liderin en sevdiği yemeğin kuru fasulye ve pilav olması birçok kişiyi şaşırtmış olabilir fakat bu, onun hem alçakgönüllülüğünü hem de bu yemeği askeri disiplin ve sadelikle özdeşleştirmesini gösterir. Kaldı ki kendisi de askeri okul yıllarında bu sade menüye alışmıştı.

Akşam yemeklerinde konuklarıyla birlikte olur, devlet işlerini ve sohbetleri sürdürürdü. Özellikle omlet, sahanda yumurta, etli bamya, karnıyarık ve haşlanmış kuşkonmaz gibi yemekleri severdi. Tatlılar arasında gül reçeli ve yöresel tatlılar hoşuna giderdi. Kahveye düşkünlüğü orta şekerli ve günde 10–15 fincan şeklindeydi. Sigara kullanımı da oldukça yoğundu. Hatta bazen kahvaltılarını da sigara kahve ile yapmayı tercih ederdi. Sofrasındaki yiyeceklerde sebze ağırlığı dikkat çeker, etli yemekleri nadiren tüketirdi; bu durum, ülkenin yoksul koşullarını göz önünde bulunduran bilinçli bir tercih olabilir. Geleneksel tatlar, mezeler, kavun, leblebi ve rakı gibi içkiler; onun kültürel kimliğini yansıtırken Avrupa mutfağına fazla yönelmemesi de milli ve yerel zevklere olan bağlılığını gösterir.

Kısacası, Atatürk’ün yemek tercihleri hem Türk yemek kültürüne bağlılığını hem de entelektüel yaşamını kendi öz kültürüyle uyumlu hale getirme çabasını yansıtır. Dengeli ve ölçülü yaşam anlayışı, geleneksellik ile çağdaşlığı birleştirdiği yemeklerinde de görülür. Seçimleri, onun insani ve kültürel değerlere verdiği önemi gösterir.

Fikrin ve Estetiğin Buluştuğu Nokta: Güzel Sanatlar

Seydişehir.com

Atatürk, sanatı yalnızca bireysel bir ilgi değil; ulusun estetik ve kültürel gelişiminin temel aracı olarak görüyor, ona göre bir ulusun uygarlık düzeyi, güzel sanatlardaki başarısıyla ölçülürdü: “Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarılı olduğunun en kesin delilidir.” Öğrencilik yıllarından itibaren resim, şiir ve müziğe ilgi duyan Atatürk, sanatçının toplumdaki rolünü önemsemekle kalmamış, onların eserlerini de desteklemiştir. 1923’te ressamlarla yaptığı söyleşide “Sanatçı da, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır” diyerek sanatçının önderliğini vurgulamıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında resim ve heykel sanatının gelişmesi için birçok adım atmıştır. Galatasaray Sergisi’nde eserleri incelemiş, sanatçıları ödüllendirmiş ve Türk sanatının olgunlaşması için gerekli ortamı hazırlamıştır. Resimlerde genellikle Kurtuluş Savaşı, milli birlik ve kadınların topluma katılımı gibi temalar işlenmiş; heykeller ise Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Türk tarihinin büyük şahsiyetlerini konu almıştır. Rudolf Belling gibi Avrupa’da eğitim almış heykeltıraşları Türkiye’ye davet ederek heykel eğitimini güçlendirmiştir.

Mimari alanda da çağdaş ve milli bir anlayış benimseyen Atatürk, genç Türk mimarlara rehberlik etmiş; TBMM Binası, Ankara Palas ve Gazi Eğitim Enstitüsü gibi önemli yapıları hayata geçirmiştir. Atatürk’e göre sanat; sözle şiir, ezgiyle müzik, resimle ressamlık, oyma ile heykeltıraşlık, bina ile mimarlık demektir. Sanata ve sanatçıya verdiği değer, bir anekdotla da görülür: Devlet tiyatrosu henüz yokken Çankaya’da sanatçılara el öptürmek yerine, “Sanatkar el öpmez, sanatkarın eli öpülür” diyerek onların yüceliğini vurgulamıştır.

Atatürk’ün bu yaklaşımı, çağdaş Türkiye’nin kültür ve estetik temellerini oluşturmuş, sanat ve eğitimde ilerlemenin ulusal kalkınmanın ayrılmaz parçası olduğunu ortaya koymuştur.

10 Kasım

Pinterest

Bugün 10 Kasım… Atatürk’ü sadece bir devlet adamı olarak değil; kültüre, sanata ve bilgiye verdiği değerle insan yanını da hatırladığımız gündür. Onun müziğe, kitaplara ve güzel sanatlara olan ilgisi; bir ulusun çağdaşlaşmasının, kültürel ve estetik gelişiminin ayrılmaz bir parçasıydı. Sanatçıyı yüceltmesi, halkın sanata erişimini sağlaması, sade ve ölçülü yaşamı, sohbet ve yemek kültürüyle fikirlerini paylaşması; tüm bunlar onun insanlığa ve milletine olan derin bağlılığını gösterir. Atatürk’ü anlamak, onun liderlik vizyonunu ve devrimci ruhunu kavramak kadar onun insani, entelektüel ve estetik yönlerini de tanımaktan geçer. 10 Kasım, bu mirası hatırlamak ve gelecek kuşaklara aktarmak için bir dönüm noktasıdır.


Kaynakça:

  • Akdeniz, Fikri. “Atatürk’ün Sanat Anlayışı ve Sanatçıya Bakışı.” Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları, Web.
  • Evcin, Erol. “Atatürk’ün Güzel Sanatlara ve Sanatçılara Bakışı.” Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, no. 47, Bahar 2011, pp. 521‑555.
  • Güler Ali. “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar.” Atatürk Ansiklopedisi, Web.
  • Kültür ve Turizm Bakanlığı. “Atatürk’ün Musıki Anlayışı.” T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Web.
  • T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. “Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar.” Kültür ve Turizm Bakanlığı Web Sitesi, Web.
  • Tezcan, Mahmut. Atatürk’ün Beslenme Alışkanlığı (Yediği ve Sevdiği Yemekler). Prof. Dr., I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2000. E‑kitap, Web.
  • Tezcan, Nuray. “Atatürk’ün Müzik Anlayışı ve Yaşadığı Dönemde Türk Müziğindeki Değişim.” Sosyal Bilimler, vol. 1923‑1940, no. 162, 2022, pp. 161‑167, Web.
spot_img

1 Yorum

  1. Şarkılar eşliğinde okumaya devam ettikçe içime işlemeye devam eden hüznü ve burukluğu sanki 10 Kasım günü gazeteden okuyormuşçasına hissettim. Kelimeleri okurken bir anlığına tam o anda, oradaymışım gibi geldi. 193∞

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.

Yusuf Atılgan’ın Evreninde 5 Farklı Tema

Yusuf Atılgan’ın metinlerinde yalnızlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik, bastırılmış arzular ve bitmeyen bir arayış birbirine karışır.